5 Temmuz 2007 Perşembe

Fıkra

Bir Pazar günü kilisede herkes huşu içinde rahibin vaazını dinlemektedir. Rahip, yağmurun canlılar için ne büyük bir rahmet olduğunu anlatmakta ve tek tek yararlarını saymaktadır. Bu arada ön sıralarda oturan bir adamın, her “Tanrı’nın rahmeti...” lafını duyduğunda yüzünü buruşturduğu fark eder.

Bunun üzerine vaazın konusunu değiştirip hırsızlığın kötülüğünden, çalmanın haram olduğundan bahsetmeye başlar. Fakat ön sırada oturan adamın yine canının sıkıldığını, yüzünü buruşturduğunu görür.

Rahip, vaazın sonunda ise başkasının karısına kötü gözle bakmanın ne kadar ayıp ve günah olduğunu, zinanın haram fiiller arasında yer aldığını, bunu yapanların öbür dünyada şiddetle cezalandırılacaklarını anlatır. Ama ne görsün; her bahiste canı sıkılan, yüzünü buruşturan adamın yüzünde güller açar, dudaklarına birden neşeli bir gülümseme yerleşir.

Adamın durumu rahibin dikkatini çektiği için vaaz bittikten sonra onu yanına çağırarak bu tuhaf hareketlerinin nedenini sorar. Adam utana sıkıla cevaplar: “Aziz peder!” der, “Siz Tanrı’nın rahmetinden söz edince birden
şemsiyemin yanımda olmadığını farkettim; kaybettiğimi düşünerek üzüldüm. O yüzden yüzümü buruşturdum. Sonra siz hırsızlığın haram olduğunu söylediğinizde bir kez daha canım sıkıldı, çünkü şemsiyemin çalınmış olabileceğini düşündüm.

Ama, ne zaman ki siz zinanın büyük günahlardan olduğunu, başkasının karısına kötü gözle bakmanın haram olduğunu söylediniz, hah işte o zaman şemsiyemi nerede unuttuğumu hatırladım ve keyfim yerine geldi.